31 Aralık 2013 Salı

Yıllar öncesinden bugüne yankılanan hüzünlü bir hikaye



98 Yılının soğuk ve yağışlı günlerinden biriydi. 


Cama vuran yağmur sesi, boş ve oldukça büyük olan yatakhanede yankılanıyordu. Ağrılı bir halde gözlerimi açtım sabaha.


"Yine aynı ağrı" dedim, çoktan kendimden geçmiş bir sesle...

Etrafıma baktığımda boş yataklar, aceleyle dürülmüş battaniyeler, düzenli bırakılmaya çalışılmış eşyalar vardı. Benden başka kimse kalmamış, herkes çoktan dersinin başına geçmişti bile.

Bense her zaman ki gibi ağrımı hissetmemek için camın kenarında olan ranzamdan doğruldum. Tülü sonuna kadar çekip dışarıda ki yağmuru izlemeye başlamıştım.


Yıllarca kaldığım yerlerde yatağım hep cam kenarında olmuştu. Her gece yıldızları seyrederek uyudum. Onlara anlattım hayallerimi ve umutlarımı...


Dışarıda ki soğuk yatakhanenin duvarlarına, demir ranzalarına hatta yerlerdeki ahşap döşemeye bile işlemişti.

Bense dışarıda yağan yağmura odaklanmıştım. Benim için her yağmur damlasının bir anlamı vardı. Ağaçların dallarına değip yere düşenler ayrı, cama vurup ince ince süzülen yağmur damlalarına ayrı bir anlam yüklüyordum. Böylece hem hayal kuruyor hemde ağrımı azda olsa unutuyordum.



Hemen karşımızda 2 katlı beyaz boyalı bir bina vardı. 


İlk bakışta
bahçesinde rengarenk çiçekleri  dikkat çeksede; boyası dökülmüş demir bir kapı ve bakımsız penceleri sahibi gibi evin eskimişliğine ve yanlızlığına işaret ediyordu aslında.


Sahibi orta yaşlı yalnız yaşayan gözlerinin etrafına yılların yorgunluğunu anlatan cizgiler gelmiş bir amcaydı.

Çoğu defa sessizliğini radyodan dinlediği müzikler bozardı. O' da müziklere eşlik eder çayını yudumlardı.

Belli ki radyoyu ve çayı yanlızlığına ortak edip onlarla avutuyordu kendini. Çünkü ne kapısını açan vardı ne de halini soran...

Neden o kadar yalnızdı. Hep merak etmişimdir. Kim bilir nasıl bir hikayesi vardı.

Bunları düşünüp yağmuru izlerken vakit çoktan ilerlemişti. Öğlen sonuna doğru rahatsızlığım iyice artmaya başlamıştı. Burada bakacak kimsem olmadığı için memlekete gitmeye karar vermiştim.


İzin aldıktan sonra hazırlığımı yapıp yola koyuldum. Biletim önceden ayarlandığı için otogara gidip hemen otobüse bindim.

3-4 saatlik bir mesafe gözüme büyüyordu sanki.



İşte otobüs kalkıyordu. Yolculuk başlamıştı.

Yolculuk hep hüzün tohumları ekmiştir içime.Başımı cama dayadığım andan itibaren ne kadar hüzün varsa hepsi başıma toplanırdı sanki.

Geçtiğimiz şehirler, yol kenarlarında ki satıcılar,farklı insan yüzleri neler anlatır aslında. Her birinde ayrı bir hikaye, ayrı bir yara...

Bir yerden bir yere gitmek içimizde yaptığımız bir yolculuktu belkide.

Verilen molalarda içilen çaylar hüznü dağıtmak için birebirdir .


Saatler sonra memleketimin levhasını görmek heyecan düşürmüştü içime. Özlediklerimizin, bekleyenlerin heyecanını. Anne sıcaklığını, baba şefkatini, kardeş muhabbetini hatırlatıvermişti bir anda.

Karşılığı ödenemeyecek sevgiler bunlar. Herkesin kendine özel duygular...


Otogara giriyoruz nihayet.

İşte soğukta üşüyen elllerini ceplerinde koruyan, paltosunun yakalarını kaldırıp soğuktan etkilenmemeye çalışan adam.


Babam!

Tüm güleryüzü, gözlerindeki ışığı birazda endişeli bakışıyla karşımdaydı.

Kimbilir ne kadar zamandır bekliyordu. Nasıl da heyecanlıydım. Ne zaman babamı görecek olsam tarifsiz bir heycan kaplar içimi. Yıllar geçti hala böyleyim. Hiçbişey değişmedi.

Ve işte babamın kollarındayım. Ağrılarımı hafifletmek, yorgunluğumu geçirmek, özlemlerimi dindirmek için en güzel yerdir benim için...



Babamın şefkat dolu kolları ve sıcacık gülümsemesi, gözlerinin içine bakarak konuşup o an karşısındakini dünyadaki en değerli insanmış gibi hissettirmesi, yüreğindeki sıcaklığı ses tonuna yüreğine yansıtabilen mükemmel bir insan benim babam. Ya da en azından benim için öyle. Onun bir bakışı içimdeki acıları dindirebilecek kuvvete sahipti. 

Her zamanki gibi yolumuz tatlıcıya düşüyordu ilk önce. En sevdiğimden bir tatlıyı paket yaptırdıktan sonra evimizin yolunu tutmuştuk.

Her defasında yürüyerek gittiğimiz evimize bu defa hasta olduğum için  taksiye binerek gittik.
 İşte evim, işte ailem.

Maddi her türlü eksiliğe rağmen manen her şeyin fazlasını veren bir aile, haddinden fazla fedakar bir anne.

Birbirimize baktığımızda gözyaşlarımızı tutamadığımız içli bir aileyiz biz.

Hâl hatır ettikten sonra benim için çoktan hazırlanmış yatağıma yatarken ailemin endişeli bakışlarıı farketmemek mümkün değildi elbette.

"Üzülmeyin iyiyim ben. Daha da iyi olacağım" demiştim, kendimden emin bir sesle.

_ "Bir şey istiyorsan söyle hemen alayım" demişti babam. Canım Babam...

Cebinde ancak ekmek parası olduğunu bildiğim halde nasıl bişey istebilirdim ki? İstenir mi...

+ "Yok babacığım hiçbişey istemiyorum" dediğimde işte bana bu yazıyı yazamama sebep olan cümleler dökülmüştü gönlünden, yüreğinden, gözlerinden...

_ "Benim hassas kızım ne düşünüpte bişey istemediğini bilirim. Ama ben sizin için çalışıyorum. Babalar evlatları için çalışır istediklerini almak için. İstediğini alamadıktan sonra baba olmanın bir anlamı kalır mı hiç? Kendim olsam zaten çalışmam" demişti.


Bugün bu sözler bir vesileyle kulaklarımda çınladı. Ve yüreğimden bu yazılar döküldü.

Canım babam sen hep sağlıklı ol başımızda ol. Varlığını bilmek benim en büyük gücüm...



Sükut_ u Kelam



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder